23 Temmuz 2014 Çarşamba

Evrim

EVRİM VE DÜŞÜNEBİLEN CANLILARIN SAHNEYE ÇIKMASI

  Yeni başlıktaki yazım daha önceki yazdığım 2 adet makalelenin devamı olarak kabul edebilirsiniz.Fakat bu yazıların yazım kurallarına uygunluğu bakımından eksiklikleri mevcuttur. Özgürce tartışabilmenin yolu bilimin evrensel kurallarını kabul etmekten geçer. Geçmişten gelen ve Günümüzde varolan bütün düşüncelerin (dinler de dahil) bilimsel bir sentezi yapılarak Evrensel kural ve prensiplere aykırı düşünceler ayıklanarak bütün insanlık tarafında kabul edilebilecek yeni bir felsefe geliştirilmelidir. Bütün düşünceler ve ilahi dinlerin temel alabildiği evrensel doğrular tespit edilebilir. Gelecek süreçlerde dünyada yaşam koşuların devamı ve düşünebilen canlılığın korunarak evrenin diğer boyutlarına taşınabilmesi için önerilenin yapılması bir zorunluluktur. Her felsefe ekolu doğrular barındırdığı gibi hatalarda barındırmaktadır. İlahi düşüncelerde zaman süreci içerisinde çeşitli yanlışlar ilave edilerek yer ve zamana göre değişerek özünden uzaklaştırılmıştır. Teknolojik gelişmenin yakınlaştırdığı yeryüzü medeniyetlerin ayni potada eriyebilir bir duruma gelmesi için koşullar oluşmaya devam etmektedir. Dünyanın her yerinde ve her süreçte insanlar doğa ile mücadele ederken insanlık için gelecekte de kullanılabilecek düşünceler üretmişlerdir. Düşünebilen ilk atamızdan günümüze kadar gelen süreçte (Yazılı olarak günümüze gelebilen Mezopotamya, Anadolu, Yunan, Asya , Mısır, Avrupa vs) uygarlıkları ile bütün felsefi akımların ve dinlerin barındırdıkları evrensel doğrular uygarlığımızın ortak ürünleridir. Evrim teorisi Metafizik düşünce için tam bir deprem etkisi oluştururken, Büyük patlama Teorisi de Materyalizm için çok büyük bir darbe olmuştur. Metafizik düşünceye göre sabit evren düşüncesi ne kadar doğma ise materyalist düşünceye göre de evrenin sonsuzluk ilkesi de o kadar doğmadır. Bilimin varabildiği sonuçların kabul edilmesi artık çağımızın önemli bir gerçeği olmuştur. Buna karşı çıkmak boşuna bir çabadan ibarettir. Yukarda da değindiğim gibi bilimsel gerçekleri ret ederek ilkel düşüncelerin hegemonyasına girerek bilimi çarpıtmak mümkün değildir. Felsefenin de bilimsel bir model geliştirerek düşüncenin gelişmesine katkıda bulunmaya devam etmesi gerekmektedir. Bilimin vardığı noktada bunu görmekteyiz. Dünyadaki canlılığın devam etmesi ve düşüncenin de gelişip evrendeki yerini alabilmesi için bu bir zorunluluktur. Önümüzdeki konularda pozitif bilimlerdeki gelişmeler ile ilgili önemli bilgilere kısaca değineceğim. Çağımızda bilimsel gelişmelerin oluşturduğu yeni durum düşüncenin gelişmesinin bir zaferi olmakla birlikte tam bir kaosunda yaşanmasına sebep olmaktadır. Toplumsal yaşamın dayandığı kurallar bu gelişmenin oluşturduğu potansiyeli taşımamaktadır. Bu kuralların doğaya uyumlu bir nitelik kazandırılması, İnsan hayatının toplumsal dejenerasyonu ve çevre felaketinin önlenmesi gibi önemli konularda yeni değişimler yapılmalıdır. Bu değişimler zaman süreci içerisinde doğal rotasını bularak kendi yolunu bulacaktır. Fakat bunun geciktirilmesi veya engellenmesi gelişen potansiyelinin gücünü durdurmadığı gibi büyük bir çevre felaketin yaşanması ve buna bağlı olarak azalan yeryüzü enerji kaynakların paylaşımı için savaşların oluşmasına sebep olacaktır.***************Düşünce sahibi olmayan canlıların sadece biyolojik olarak yüklenen fonksiyonlar dışındaki nesnel gerçeklerin farkından olmadan hem bir avcı hem de bir av olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Bazen çok iyi bir avcı da olabilirler çevrelerine bir etki alanı oluşturarak bolluk içerisinde yaşamını sürdürebilirler. Bazı türler yuvalarını değişik teknikler ile donatabiliyor ve yavrularını büyütmek için büyük uğraş verdiklerini biliyoruz. Karıncaların Çalışma prensipleri ve diğer çeşitli canlıların doğada kurdukları yaşam düzenleri birer mimarlık harikası örneklerdir. Bunların doğadaki görevleri bunun ile sınırlı değildir. Bu konuda binlerce örnek verilebilir. Düşünce sahibi olmayan canlıların bu davranışları aslında doğada bir dengenin sağlanmasına da yardımcı olmaktadır. Sadece biyolojik bir varlık olarak yaşamak düşünce sahibi olmayan canlılara özgüdür. Düşünebilen canlılarda diğer canlılar gibi davranarak biyolojik bir varlık olmanın ötesine çıkabilmeleri çok zordur. Düşünce sahibi canlılar hem avcı hem av olarak yaşamış hem de uygarlaşmak için büyük bir çaba göstermişlerdir. Düşünce sahibi canlı bu güne kadar gelen süreçte bu çelişkileri yaşayarak gelmiştir. İnsanlar bir tarafta canlı sisteminin bir elemanı diğer tarafta düşünce sahibi olmaktan dolayı uygarlaşmanın mücadelesini vermişlerdir. Var olan yeryüzü medeniyetinin oluşması bu çelişkilerin ürünüdür. Ne yazık ki düşünce sahibi canlılar yeryüzünü kemirip bitirerek ölü bir gezegen haline getirmek için büyük bir uğraş vermektedirler. O zaman düşünce sahibi olmak uygarlaşmayı yaratmak değil yok olmayı yaratmak mı dır? Halbuki düşünce, uygarlaşmayı medenileşmeyi sağlaması gerekmez mi? Hayvanlardan ve diğer canlılardan üstünlüğümüz nedir? Düşünce sadece bize yok etme fonksiyonundan başka hiçbir işlev kazandırmamış mı ? Bu özelliğimiz ile Everenin tarihinde yok edici bir tür olarak mı yerimizi alacağız? Karnımız doyunca vitaminimiz yerine gelince içimizdeki vahşiliğin depreşmesi düşünebilmek yerine her şeyin sahibi olma egosu peşinde sürüklenerek ne kadar zararlı bir canlı haline geldiğimizin farkında mıyız acaba? O zaman hem çok vahşi bir avcı hem de çok masum bir av olmaktan başka bir işlevimiz yok mu? *****************Evrende her şeyin değişimi, prensipler ve kurallar dahilinde olmaktadır. Bu değişimin nedeni; güçlü bir düşünceye ulaşmış, düşünebilen canlılığın gelecekte de kendisini yenileyerek evrende varolmasıdır. Değişim evrensel bir kuraldır. Enerjinin parçacıkları, parçacıkların maddeyi oluşturması, Maddeyi meydana getiren parçacıkların özelliklerine göre çeşitli niteliksel farklılıkların oluşmasından kaynaklanan çeşitli elementlerin oluşumu. Zaman süreci içerisinde farklılaşan madde yapısı ve çeşitli dönüşümlerin oluşması, Maddeyi oluşturan atomların kendi içsel ve dışsal özellikleri, çeşitli şartlar altında değişik cins veya ayni cinsten elementlerin bir araya gelerek Moleküllerin oluşması ve giderek daha karmaşık yapılara doğru oluşumların meydana gelme özelliği maddeyi oluşturan enerji parçacıklarının karakterlerinden kaynaklanmaktadır. Bütün bunlar ilk olarak evrenin oluşması esnasında yani Big bank (büyük patlama) olmadan önce tasarlanmıştır. Her şeye şekil veren onu var eden onu devamlı kılan ve hareket etme özelliği kazandıran bir öz vardır. Bu öz süreklidir, bu öz her şeyin kendisidir, bu öz uzaktan müdahale veya kumanda ile çalışmaz, her şey özün içinde saklıdır, öz her şeydir, her şeyde özün kendisidir. Canlılık bu özün önemli bir özelliğidir. Düşünce de bu özün en önemli fonksiyonudur. Bu öz yaratıcı (Tanrı) tarafından dizayn edilmiştir. Maddenin, değişik şartlarda değişik oranlarda milyarlarca değişik özelliklere sahip yapı oluşturabildiğini bilmekteyiz. Bu durum Maddenin kimyasal ve fiziksel özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu yapıların çeşitli işlevleri bulunmaktadır. Oluşan her sistemin ayrı bir işlevi bulunmaktadır. Değişik özelliklere sahip sistemlerin bir araya gelmesi sonucunda başka işlevlerin ortaya çıktığını görebiliriz. Tek başına farklı bir işlevi olan bir yapının başka sistem veya sistemler ile bir araya gelmesi sonucunda tamamen farklı işlevler üretebilen sistemler oluşturur. Su örneğinde olduğu gibi H ve O birbirlerinden farklı kimyasal ve fiziksel özelliklere sahiptirler 2 H atomu ile bir O atomunun bir araya gelmesi sonucunda Dünyamızın büyük bir kısmının da oluştuğu hayat kaynağımız suyu meydana getirmektedir. Suyun işlevi ve özellikleri oluştuğu H ve O den tamamen farklıdır. Bu durum Evrende var olan bütün sistemler için geçerlidir. Farklı işlevlere sahip sistemler değişik kombinasyonlarla bir araya gelerek daha farklı işlevlere sahip yeni sistemler oluştururlar. Bu evrensel bir kuraldır. Bu gün bilim maddelerin neden ve nasıl bir araya gelerek yeni sistemler oluşturduğunu bilmektedir. Enerji taşıyan ve kütlesi olmayan enerji paketleri değişik kombinasyonlarla birleşerek proton ve nötronları oluşturmaktadır. Çekirdek proton ve nötronlarında belirli sayılarda bir araya gelmesi neticesinde oluşmaktadır. Çekirdeğin etrafında da çeşitli enerji düzeylerinde elektronlar bulunmaktadır. Kaba bir tanım ile atom yapısı bu şekilde oluşmuştur. Çeşitli atomların bir araya gelerek elektron alış verişi yapmak suretiyle moleküleri meydana getirmektedirler. Bu şekilde sistematik olarak daha karmaşık yapıların oluşması yer almaktadır. Maddenin yapısı bulunduğu ortam ve şartlara göre farklılıklar gösterir. Big bank tan günümüze kadar geçen zaman süreci içerisinde maddenin içindeki değişimler devam etmekte olup ve gelecekte de devam edecektir. Maddeler birleşip daha büyük oluşumları yoğunlaşan bu oluşumlarda evrensel çekim kuvveti neticesinde evrendeki galaksi (gökada) sistemleri oluşmuştur. (bu konulara ilerideki bölümlerde daha geniş bir şekilde değineceğim.) Galaksi sistemleri milyonlarca yıldızdan ve her yıldızda etrafındaki gezegenler ile birer sistem oluşturmaktadır. Bu yıldız sistemlerine ayni zamanda güneş sistemi de diyebiliriz. Güneş sistemlerindeki gezegenler çeşitli yörüngeler de güneşin etrafında dönmektedirler. Bu hareket gezegenlerde gece ve gündüzün meydana gelmesine sebep olmaktadır. Evrenin bu duruma gelebilmesi için uzun bir zamanın geçmesi gerekmiştir. Evrenin zaman süreci içerisinde genişlemesi sonucunda basınç ve sıcaklık büyük bir ölçüde azalmıştır. Bu durum maddenin kimyasal ve fiziksel özelliklerini değiştirerek değişik elementlerin oluşmasına neden olmuştur. Bütün bu safhaların geçmesi maddenin içinde saklı bulunan tohumun canlılık fonksiyonun oluşması için gerekli olduğunu görmekteyiz. Bir tohum uygun şartlar bulduğunda filiz verdiği gibi maddenin de uygun şartlar oluştuğunda canlılığı bir tohum filizi gibi çıkarıverir. Yani var olan bu öz uygun şartlar bulduğu gibi hemen çeşitli özellikte ve çevre şartlarına göre de boy verecektir. Bu da maddenin içinde yaratılıştan gelen bir kuraldır. Bu tohum ilk günden beri bu yapının içerisinde saklıdır. Evrenin her köşesinde uygun şartlar bulduğunda çıkıverir. Canlılığın oluşması ve zaman süreci içerisinde değişimi de bu özün bir özelliğidir. Ayni zamanda düşüncenin oluşma özelliği de bu özün içindedir. Canlılığın gelişmesi ve değişim saatinin çalışması neticesinde zamanı geldiğinde uygun şartlarda düşüncenin de ortaya çıktığını görmekteyiz. Evrenin kuruluş kuralları kısacası bu şekildedir. Değişen ve genişleyen evren bir defa yaratılmıştır. Bu ilk başlangıçta her şeyin hesaplanıp bu özün içerisinde var olması sağlanmıştır. Bu yapı o kadar mükemmel yapılmış ki bir daha müdahale gerektirmeyecek şekildedir. ilk yaratılıştan sonra Yaratıcı evrenin işleyişi ile ilgilenmesine gerek duymamaktadır. Her şey özün içinde bulunan kurallar ve prensipler dahilinde yürümektedir.Bilim, Enerji - parçacıklar-Madde üçlüsünün birbirleriyle olan ilişkilerinin bir çok yönüyle ortaya çıkartmıştır. Daha bu konuda çok yol alınması gerekmektedir. Diyalektik materyalizmin Madenin içsel çelişkilerinin her şeyin belirleyicisi olarak kabul eder. Bugün Maddenin ötesine geçerek maddeyi oluşturabilmenin kurallarını bile öğrenmiş bulunuyoruz. Zıtların mücadelesi şeklindeki düşünce kısmen bilimseldir. Fakat bu özellik evrensel bir özellik olup varlığın özünde vardır. Her şeyin değişmesi ve gelişmesi Materyalist Diyalektik düşüncesinin öne sürdüğü gibidir. Sadece bu değişim evrensel bir kuraldır çelişkilerde evrensel bir kuraldır. Bu kural Evrenin yaratılması ile birlikte var olmuş ve her zaman devam edecektir. Diyalektik Materyalizm Evrenin oluşum prensibini sonsuzluk ilkesi ile açıklamaktadır Maddenin içindeki çelişkiler kendiliğinde olduğunu ve sonsuzdan beri var olduğunu savunur. Halbuki bugün bilim büyük patlama kuramı ile Materyalist diyalektik felsefesinin sonsuzluk ilkesine büyük bir darbe vurmuştur. Varlığın oluştuğu gün Enerji-parçacık-Madde üçlüsünün oluşum kural ve prensipleri vardır. Bu kural ve prensipler Bilimin kendisini de oluşturmaktadır. Bilime aykırı her şey Evrenin oluşum kural ve prensiplerine de aykırıdır. ***************************************Dünyamızda da canlılığın bu evrensel özellikler neticesinde oluştuğunu görmekteyiz. Maddenin yapısındaki bu öz canlılığın evrimleşerek gelişmesini sağlamıştır. Dünyamızdaki kimyasal ve jeolojik evrimleşme sonucunda uygun şartların oluşması ile canlılığın ortaya çıktığını görmekteyiz. Canlılığında zaman süreci içerisinde değişim göstererek, evrimleşerek düşüncenin oluşması sağlanmıştır. Hedeflenen düşünce ortaya çıktıktan sonra değişim devam ederek günümüze dek sürmüş ve bundan sonrada daha da gelişerek devam edecektir. Düşünce neden var olmuştur? Yaratıcımız bunu yaratmakla neyi hedeflemiştir? İnsan düşündüğü gönden beri bunun cevabını aramaktadır. Düşünen canlı olan insanların topluluk halinde yaşamaları neticesinde bazı kurallara uyma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Zaman süreci içerisindeki gelişmeler ve uygarlığın oluşması sonucunda yaratıcımız biz düşünen insanların daha kısa bir şekilde olgunlaşmamız ve düşünce sahibi canlılığın gelişip uygarlaşması için kutsal söylemler içeren mesajlar iletmiştir. Bu mesajlar insanlığı ilkellikten kurtulması ve uygarlığın gelişim rotasını doğru bir yola girmesin sağlamıştır. Yaratıcımızın bu müdahalesi insan düşüncesinin mükemmelleşmesi neticesinde son bulmuştur. Bu gün ve bundan sonra düşünce sahibi canlılığın uyarılması söz konusu olmayacaktır. Yaratıcımız direkt olarak bizim yaşamımıza müdahalesi yoktur. Düşüncemiz olgunlaştıkça sapmaların oluşması da o derecede azalacaktır. Evrensel özün içerisinde saklı olan düşünce kipinin bir çok özeliği vardır. Düşünce ve insan aklının incelenmesi sonucunda aklın evrimleşmesi konusunda çok değerli bilgilere ulaşılmıştır. Bu konuda sırası gelince çeşitli örneklerle kapsamlı bir şekilde değinilecektir. Maddenin uygun şartlarda oluşturduğu canlılığın zaman süreci içerisinde evrimleşerek düşüncenin üretmesini sağlamıştır. Düşünce ayni zamanda zamanın bir fonksiyonu olarak gelişir. Düşüncenin gelişmesi; düşüncenin ortaya çıkmasını sağlayan insan beyninin gelişmesi ile doğru orantılıdır. Düşüncenin gelişerek geleceğe ulaşabilmesi için canlılığın evrimleşme kuralını getirmektedir. Bunun için canlılığın evrimleşmesi kuralı evrensel bir kuraldır. Evrensel özün önemli bir fonksiyonudur. İlk başlangıçtan sonra özün içindeki programın da çalışmaya başlaması zaman süreci içerisinde şartlarında oluşmasıyla bir evreden başka bir evreye geçişi tetikleyerek değişim sürecinin devam etmesini sağlamaktadır. ********************************Özün düşünce kipinin bir çok özeliğinin olduğundan bahis etmiştik. Bu özellikler nelerdir? örnekler ile açıklayalım. Düşüncenin ortaya çıkması ve diğer bir çok özellikleri ileride değinilecektir. Düşünce İnsan beyninin bir fonksiyonudur. İnsan beyni geliştikçe düşüncede gelişecektir. Düşünce zaman ile doğru orantılı olarak gelişmektedir. Düşüncenin özden gelen özelikleri dışında çevreden aldığı özelliklerde vardır. *************************Daha basit bir mantıkla bu konuyu aşağıdaki örneklerle daha yalın bir şekilde izah edebiliriz. Değişik şartlara ve konumlara sahip bir tarlaya tohum ekilmesi sonucunda elde edilecek hasat’ın verimliliği farklılık göstermesi olasılığı çok yüksektir. Kimi yerlerde yağmur yağmaz yetişen ekinler cılız kalır. Kimi yerlerin toprak yapısı ve coğrafi şartları daha mükemmel olduğu için istenen verim elde edilebilir. Çölde su ve diğer gerekli şartların müsait olmaması canlı yaşamın yeteri kadar oluşmaması da buna iyi bir örnek sayılabilir. Canlı oluşumu için gerekli şartlar varsa canlının oluşmaması için hiçbir neden yoktur. Evrenin oluşumu esnasında evreni oluşturan nesnenin özünde saklı olan canlı oluşturma özellikleri gerekli ortam ve şartların oluşması halinde ortaya çıkmaları evrensel bir kuraldır. Canlılığın gelişimini de bu mantık çerçevesinde bakılması bizleri bu konu hakkında doğrulara varmamızı sağlayacaktır. Evrende yaşamın var olduğu bütün gezegenlerde canlı yaşamın oluşabilmesi için gerekli şartlar oluşmuştur. Dünyadaki canlılıktan farklı Kimyasal ve biyolojik özellikler taşıyan düşünebilen canlıların da var olabileceğini kabul etmek bilimsel bir önermedir. Bunun kabul edilebilir bilimsel bir öneri olduğunu felsefe bilimi tarafından önerilebilir. Bunun kanıtlanması bu tür düşünebilen canlılara evrenin herhangi bir yerinde bulmak veya bu tür uygarlıkları keşif edebilmek bilimin uğraşabileceği bir konudur. Felsefe ve bilim arasında böyle bir ilişki vardır. Felsefe her zaman bilime yol gösterici önerilerde bulunmalıdır. Bilim Herhangi bir konuda düşünce sahibi olmazsa, araştıracak ve kanıtlayacak bir şeyde olamaz. Bilginin var olduğu günden 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen dönemde, bilgiye ulaşmak çok zordu hatta imkansızdı. Bilgi belirli kişi ve zümrelerin hegemonyasındaydı. Okuma yazma oranı çok düşük rakamlarla ifade ediliyordu. Çok eski çağlarda kütüphaneler ruhban sınıfının güdümünde idare ediliyordu adeta babadan oğul a geçen bir saltanat niteliğindeydi. Bilim ve din vb. ile ilgili bilgiler Dini kurumlarda (kiliselerde veya medreselerde) bulunabilirdi. Matbaanın bulunuşundan sonra bilgi biraz daha tabana yayılmaya başlamıştır. Bu nedenle bilgiye ulaşma ve okuma imkanı olan insan sayısı daha da artmıştır. Matbaadan sonra bilimin gelişim ivmesi artarak çeşitli alanlarda yeniliklerin ve reformların yapılmasına neden olmuştur.Mezopotamya, İran ve Anadolu uygarlığı, Mısır Medeniyeti, Yunan Antik-çağı, Roma dönemi, İslamiyet’in gelişme dönemi, Çin ve Hint felsefesi, Avrupa’daki reform hareketleri bilimin gelişmesine öncülük etmişlerdir. 19.yüzyıl ve 20.yuzyıl da gelişen bilgi nitel bir sıçrama yaparak günümüzde oluşan yoğun bilgininde kaynağını teşkil etmektedir.Eski ve yeni tartışmasına artık son noktanın konulması gerektiği düşüncesini taşımaktayım. Genelde bir çok toplumda insanlar eski düşüncelere, gelenek göreneklere ve ananelere bağlı kaldıklarını görmekteyiz. İnsanlığın sahip olduğu bilimsel bilginin kaynağı düşüncenin ortaya çıktığı günden günümüze kadar geçen süreç içerisinde gelişmiş ve doğruluğu kanıtlanmış bilgiden ibarettir. Bilimsel bilgi ve ya bilimin kaynağı da geçmiş bilgilere dayandığı gerçeği vardır. Eskiye tapınmanın eskiyi rehber edinmenin yanlışlığı özerine önemli gerçeklere değinmek istiyorum. Bilimsel bilginin kaynağı doğanın kendisidir. Evrenin yaratılışı kurallar ve prensipler dahilinde olmuştur. Bu kural ve prensiplere Evrensel kural ve prensipler olarak adlandırıyoruz. Bu kurallar ve prensipler evrenin ilk yaratılışından geleceğe evren var oldukçada devam edecektir. Bilimsel bilgi de bu kuralların tümünü kapsamaktadır. Evrensel kural ve prensiplere ters düşen bilgi bilimsel bilgi değildir dolayısıyla bilim dışı olarak kabul edilir. Bilim evrensel gerçekleri bulup onların doğru olduğunu kanıtladıkça Pozitif bilimlerin sınırı giderek genişleyecektir. Fizik ve kimya bilimi bu kuraların varlığını ispatlayıp diğer bilimlerin hizmetine sunarak diğer bilimlerde de önemli gelişmelerin olacağını bilmekteyiz. Biyoloji ve diğer çeşitli bilimlerdeki gelişimler bu gerçeği göstermektedir. Bütün bu gelişmeler felsefede de yanlış ve eksik kuramların düzeltilerek yanılgılardan ve eskinin mistik bilgilerinden arındırılarak yeni gelişmeler ışığında yeni kuramlar geliştirmeye başlamalıyız. Eskiyi basamak yaparak yeniye ulaşmayı öğrenmeliyiz. Eskiye takılıp kalmak Evrensel kural ve prensiplere aykırı olduğundan Geleceğe varmamızı engelleyerek yok olmamızı getirecektir. Geçmişe takılıp kalan toplumlarda bu kural karşısında yok olmak zorunda kalacaklardır. Evrensel kural ve prensiplere uymayan tüm yaşam formları ve toplulukları yok olmak zorundadırlar. Günümüzde bilgi sahibi olmak oldukça kolay ve ucuzdur. İstenilen her konuda çok kısa bir sürede bilgi sahibi olabilir. İstenen her türlü bilgiye en kısa zamanda ulaşılabilecek bir çağda yaşamaktayız. Fakat günümüzde bilim bu kadar ileri düzeyde olması, bilinmeyenlerin bilinir hale gelmesi durumu söz konusu iken, Gelişmenin önüne set çeken ilkel ve yanlış düşüncelerin büyük bir hızla çoğaldığını görmekteyiz. Eğitim kurumlarında öğretilen bilginin de sadece günü kurtarmak için kullanıldığını üzülerek belirtmek istiyorum. Pozitif bilim öğrenimini görmüş ve birçok aşamadan geçerek “profesör” unvanını almış “biliminsanları“ hala falcılığa ve büyüye inanıyorsa ve bu tür “biliminsanı” oranı çok yüksek sayılar ile ifade edildiği bir gerçek ise bu konuda söylenecek çok şeyin olduğunu belirtmek istiyorum. Toplumlarda bu tür inanışlara rastlanabilir. Fakat toplumda biliminsanı, hele pozitif bilim ile uğraşan kişilerin bu tür işler yerine insanlığı bilgilendirerek insanlığın gelişmesini sağlamaları gerekmez mi ? Kimi kesimler inancı tekeline almış diğer bir kesim ise dünyanın zevk-ü sefasına dalıp gelecek nesillerin bilgisiz kalmalarını uzaktan seyrediyorlar. Bugün gençliğimizin, ortaçağ düşüncesi olan ve geçmişte kalması gereken ilkel düşüncelerin esiri olmaları çok acıklı bir durumdur. Bunun nedeni bilimin öğretilememesi ve bireylerin pozitif bilimlerden öğreneceğine falcılara ve cahil insanları tercih etme gerçeği söz konusudur. Burada Maalesef üniversiteler ve diğer eğitim kurumları da görevlerini yeteri kadar yaptıklarına inanmıyorum. Bilimin gelişim sürecine en çok dinden beslenen ruhban sınıfı karşı durmak istemiştir. Bunun nedeni: İlahi dinler ile hiçbir ilişkisi olmayan, kendilerinin kurdukları dinlerinin elden gideceğini bildikler için karşı çıkmışlardır. Geliştirdikleri yalan ve iftiralarla insanları kandırıp çıkarlarını korumuşlardır. Dinden beslenen bu tür asalak sınıfı gönümüzde taktik değiştirerek bilimden de faydalanarak sömürülerine devam etmektedirler. Kendilerini odağa oturttukları sahte dinler kurarak toplumda güç ve nüfuz sahibi olabilen sahte din baronlarının en büyük düşmanı bilimdir. Bilim geliştikçe ve insanlara öğretildikçe sahtekarlık yok olmaya mahkum olacaktır. Dinde, bilim karşıtı olarak bilinen herhangi bir konu yoktur. (Kutsal kitaplardaki yaratılış ile ilgili söylemler Bilim ile tezat şeklinde görünmekle birlikte konu incelendiğinde bilim ve din karşıtlığının olmadığı görülmektedir. Aslında bu konuya tek boyutlu olarak bakmadan kutsal kitaplardaki açıklamaların neden bu şekilde açıklandığının içinde bulunulduğu dönemin şartlarını da göz önene almamız gereklidir. Bu konu ile ilgili olarak ilerideki bölümde açıklanacaktır.)Evrenin yaratılışı ve düşünce sahibi canlılığın gelişiminin nedenleri bilimsel veriler ile tartışmaya açmak istiyorum.Genelde insanlığı asıl amacından uzaklaştıran bu tür düşünceler ile ilgili örnekler vermemin asıl amacı insanlığın asli görevi olan canlılığın korunması ve canlılığın Evrene yayılmasını sağlamaktır. İnsanlığın asli görevi gezegenimizin yok olmaktan kurtarmaktır. Bu konuda İlahi din temsilcilerine büyük ve önemli görevler düşmektedir. Yanlış yolara saptırılan inançların tekrar asli görevlerine dönmeleri ve bu konuda insanlığı aydınlamaları gerekmektedir. Dünyada insanları etkilemede büyük rol sahibi olan bu çevrelerinin bu durum hakkında bilgilenmeleri ve acil olarak harekete geçmeleri şarttır. Gezegenimizi bekleyen tehlike hakkında sonraki bölümlerde önemli bilgiler sunarak bu konun neden önemli olduğunu taktirini sizlere bırakmak istiyorum.Evrendeki değişim ve canlılığın evrimi kuramı, ilahi dinlerin söylemleri ile hiçbir çelişkisi yoktur. Eğer ilahi söylemleri bulundukları dönemin konumuna göre değerlendirirsek somut şartların somut tahlilini yapmış olacağız. Çünkü :Toplumsal değişimlerin çok kolay olamayacağını sosyoloji bilimini okuyan herkes bilmektedir. Sosyal değişiklikler için uzun periyotlar gereklidir. Eski düşüncelerin terk edilmesi çok kolay olmamaktadır. Bunun bir ekonomi temeli olduğu gibi, toplumsal inanç gelenek ve görenekler gibi olgularda vardır. Bunlar zamanla ve ekonomik değişimlerin oluşmasıyla paralel olarak değişirler. İlahi dinlerin ortaya çıktığı dönem, coğrafya ve toplumların durumları incelendiğinde çok önemli gerçeklere ulaşabiliriz. İlahi Dinlerin çıkışıyla toplumlarda düzenin ve kuraların ortaya çıktığını görmekteyiz. Uzun yıllardan beri tartışılan evrenin yaratılışı konusunu bilimsel bir temele oturtulması gerekmektedir. İnsanlığın farkına varabildiği evrensel kural ve prensiplerin bilimsel bir metot ile incelenmesi sonucunda önemli geçeklere varıldığını görmekteyiz. Bu konuları bütün bilim dalların varabildiği son bilgilerinin ışığında aydınlatmaya çalıştım. Bu inceleme sonucunda görülmektedir ki yüzyıllardır tartışılan ve doğru olarak kabul edilen bir çok teorinin ve düşüncenin yanlış olduğunu ve insanlığa zarara dan başka bir şey vermediğini görmekteyiz. Bilimce ispatlanarak farkına varılan evrensel bir kuralın inkar edilmesi ve ters yüz edilmesi bazı çıkar grupların işine yaramaktadır. Bu sayede insanlığın büyük bir kesimini sefalet ve bilgisiz bırakılması sağlanmıştır. Özelliklede Dünyamızın bilim ve teknoloji bakımından geri kalmış bölgelerin bu tür düşüncelerin etki alanı olmaya müsait olduğu bir gerçektir. Bu coğrafyalarda Fiili durumun devam edebilmesi için bilimden ve doğrulardan uzak tutmak için her türlü çabaya baş vurulmaktadır. Her şeyi bir ikilem şeklinde göstererek Bilimi terk ederek ideolojik veya dinsel bazı düşünceler ileri sürülerek kendisinin doğruluğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Bu ideolojilere göre bilim ya maddecidir veya metafizikçidir. Üçüncü bir şık yoktur. Kendi düşüncelerini doğrulayan bilim daları doğrudur fakat kendi düşüncelerine ters düşen bilim yanlıştır saçmadır, uydurmadır. Bilim hiçbir zümrenin, bir sınıfın, bir ideolojinin ve dini düşüncenin hegomonyasında değildir. Yanında olamaz. Çünkü bilim evrensel kural ve prensiplerin kendisidir. Bu kurallar ortadan kaldırılamaz Değiştirilemez. Sadece bu kurallardan faydalanmak suretiyle insanlığın yararına kullanılabilir. Elerinden hiçbir bilimsel kanıt bulunmazken sağa sola hakaretler yağdırarak dünyaca kabul edilen bilimsel teorileri “çürüten” şarlatanlara günümüzde çokça rastlanmaktadır. Kendilerine mahkum edebildikleri kadar insanı kandırarak insanlığın geri kalmasını sağlamaktadırlar. Etraftan duydukları derme çatma düşünceler ile Bilimsel kuralları çürüttüğünü iddia eden “biliminsanlarımız” bilimin ne olduğunu, neden var olduğunu bilimsel kuralların nelere dayandığını bilmedikleri gibi o küçük dünyalarına da sığdırmaları zaten mümkün değildir. Evrimleşme teorisini kabul edenleri büyük suçlarla itham ederek din ve Allah düşmanı gösterenler bunun tersini kabul edenler ise cenneteki yerleri şimdiden hazırlanmıştır. Bilimin başlangıç noktasını dünyadaki gelişmeleri baz alarak, Evrenin yaratılışı ile ilgili Enerji-partikül-Madde üçlüsünün oluşturduğu önemli bilimsel gerçekleri anlamadıkları gibi bu gerçeklerinde işlerine gelmediği gibi değişimin temel kural olduğunu inkar etmektedir. Maddeci düşünce temsilcileri de sonsuz evren fikrinde sabit kalarak aslında görünürde farklı düşündüğü varsayılan sabit evrenci görüş ile hiçbir farkları bulunmamaktadır. Evrensel kural ve prensipler ortaya çıktıkça bu tür sabit ve geçmişte kalmış fosil düşüncelerinde sonu olacaktır. Bizlere düşen Görevler Bu tür fosil düşünceleri inceleyip insanlığın tekrar bu tür yanlışlara dönmesini engellemektir. Evrensel kural ve prensipler dışında her şey değişebilir. Normal şartlar altında iki Hidrojen atomu ile bir oksijen atomu bir araya gelerek suyu oluşturabilirler. Bunun dışında herhangi iki element çifti bir araya gelip suyu oluşturmaları mümkün değildir. Zaman süreci içerisinde değişen ve genişleyen evren her zaman kural ve prensiplere bağlı kalmaktadır. Bu kural ve prensipler zaman içerisinde şartların ve koşullarında özelliğini oluşturur. Oluşan Fiziksel ve kimyasal şartların durumuna göre kurallar ve prensipler işlemektedirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder