Carl Gustav Jung
Yazan
Berk Yüksel Yazdır Comments (1)
"Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır; Kendi yüreğine
bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya
bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur, içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.” Carl G. Jung
"Vocatus adque non vocatus, deus aderit"
"Çağrılsın veya çağrılmasın... Tanrı vardır." (C. G. Jung’un evinin
kapısının üzerinde yazdığı
belirtilen Latince cümle.)
Jung
şöyle der: “Ben inanmam, bilirim...”
Carl
Gustav Jung 1875 – 1961 yılları arasında yaşamış İsviçreli
psikiyatrdır. Analitik psikolojinin kurucusudur. Öğretisi, analitik ruh bilim adıyla anılır. C. G. Jung'un
insan ruhunun derinliklerini inceleyen yapıtlarının, Hermetik özellikler taşıdıkları kabul edilmektedir. Semboller, mitler,
arketipler ve kolektif bilinçaltı konularındaki fikirleriyle katkılarda bulunmuştur. “Sembol, bilinçdışı enerjisi
tarafından harekete geçirilen ipuçlarıdır. Bilinçdışının kontrollü olarak bilince taşınması, sağlıklı bir
süreçtir. Jung psikolojisinde hasta, tanrısal imgeler taşıyan arketiplerle özdeşleştirilir. Bu özdeşleşme, hastanın benlik boşluğunu dolduran önemli bir süreçtir.” “Akıl hastaları ve
mitoslar arasındaki benzerliği araştırmıştır. Bunun
sonucunda, akıl hastasının hayallerinin, arkaik simge ve imgelerden oluşan kolektif bir fondan yararlandığını keşfetmiştir.” “Artık elinde mitolojinin anahtarı var. Ruhun tüm
kapılarını açmakta özgürsün.”der Jung.
“Jung
kararlarını bilinçaltını dinleyerek alırmış. Bilinçdışının niteliğini ve
algılamalarını araştırmıştır. Bu amaçla Kuzey Afrika’da, Amerika’da (Pueblo
Kızılderilileri arasında) Arizona’da ve Meksika’da bulunmuştur. Jung hiçbir zaman kendisine yandaşlar aramamış ya da
kitleleri çekecek bir düşünce
sistemi oluşturmaya çalışmamıştır.
Dogmatikliğe her zaman karşı çıkmıştır.
Mitoloji ve karşılaştırmalı
dinler hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmuştur.”
“Jung
ekolünde kişiliğin tümü
psişe olarak adlandırılır. Latince
kökenli olan bu sözcük o dilde ruh anlamına gelse de günümüzde daha çok zihin
sözcüğünü karşılamaktadır. Psişe bilinçli
ya da bilinçdışı, tüm duygu, düşünce ve davranışları
içerir. Psişe birbirinden farklı biçimde çalışan, ancak birbiriyle etkileşim
durumunda bulunan sistemlerden oluşur:
Bilinç, Kişisel bilinçdışı; kolektif bilinçdışı.”
“Bir
süre Freud’un öğrencisi olmuş, daha sonra kendi kişilik ve
bilinç/altı kuramlarını geliştirmiştir. Önce Freudçuluktan yola çıkan ve sonra ona karşı olan Prof. Jung ruh bilimin çeşitli alanlarında kendine özgü yeni kuramlar ileri sürmüştür. Toplumsal bilinçaltı ve arketipler (ilk örnek) gibi
teorileri ve kendi adıyla anılan geniş bir öğretisi vardır.” “Arketip, içgüdünün oto portresidir.
Maddi değil imgeseldir. Arketipler başlangıçta varolan düşüncelerdir.
Elektriksel olarak bir kutsallık duygusuyla yüklenmiş, ilahi nitelik taşırlar.
Örneğin güneşin doğuşu sırasında hissettiklerimiz, arketipal düşünceye örnektir. Benzer biçimde, tam uykuya dalacakken
ani sıçramalar da arketipal deneyimlerin yeniden yaşanmasıdır. Arketip, önsel ve ilksel algılama
tarzlarıdır.”
“Tüm
dinsel figürlerin (peygamber, şaman)
odaklandıkları önemli bir şey var;
içsel vahiy deneyimi... Din psikolojisinde, bütünsellik arketipi, bilinç dışında önemli bir yer işgal eder.
Bu bütünsellik süreci, diğer
arketipleri de tanrı imgesinin yanına yerleştirir. İsa, bir öz arketipidir. Kişilik
bütünlüğüdür. Kilisenin geliştirdiği İsa ise gölgenin, yani şeytan
arketipini güçlendiren bir ikincil dinsel değerler
sistemidir. Kilise sayesinde İsa, gücünü
kaybetmiştir. Kıyamet günü, İsa’nın yarattığı
gölgedir.” diyor Jung. “Simya yani Hermetik zanaat, Hıristiyanlığın ödünleyici gölgesidir. Simyada bilinçdışı, maddenin gölgesine yansımalıdır. Jung’da karşıtlıkların mutlak bileşimi kuramı,
Merkür çeşmesi arketipiyle simgelenir.” Jung
doğuştan
evrimle getirilen ortaklaşa bilinçdışından söz etmiştir.
Prof.
Dr. M. Kerem Doksat şöyle
diyor: “Freud’un önce talebesi ve “veliahdı”, daha sonra en ciddi
muarızlarından biri olan Jung “ortaklaşa bilinçdışı” ismini verdiği,
günümüzde “filogenetik psişe” dediğimiz ve arketiplerle bize ulaşan evrimsel bilgiden bahsetti. Kalıtıma aracılık eden
genler de hemen aynı dönemlerde keşfedildi.
Genlerin taşıdığı bilgi
sadece anne ve babadan gelen değil,
onların da ta kendi filumlarının, hatta bütün canlıların evriminden gelen bazı
bilgileri ihtiva eder. Hatta canlılıkla cansızlığın
arasındaki sınır çok sisli ve tedricî olduğuna göre,
evrenin ta ilk anlarından gelme bazı bilgiler de tevarüs ediliyor olmalıdır;
sonuç olarak bütün varlıklar aynı kuarklardan, atomlardan ve moleküllerden oluşmaktadır. Yani temel ve esas, dolayısıyla nihaî bilgi bir
şekilde ve bir dereceye kadar taşınmış
olmalıdır.”
“Jung’un
“kolektif bilinç dışı” anlayışı, Freud’un bakışının
ötesinde farklı bir yaklaşımda
bulunan C. Jung’a göre insan zihni, onun evrimi tarafından biçimlendirilmiştir. Dolayısıyla, bireyin varoluşu onun geçmişiyle de bağlantılıdır. Bu bağlantı,
yalnızca kişisel geçmişini değil, kendi
türünün geçmişini, hatta insanlığın evrimini içerir. Kişisel
bilinçdışının içeriği, daha önce bilinçte varolmuş yaşantılardan
oluşur. Kolektif bilinçdışının içeriği ise
insanın yaşam süresinde, bilincinde yaşanmamıştır.
Kolektif bilinçdışı Jung’un “arketip” dediği imajlardan oluşur. Bu
imajlar insana atalarından aktarılırlar. Yalnız insanlık tarihinin değil, insan öncesi evrimin de ürünüdürler. Arketipler,
insanın vaktiyle atalarının geliştirmiş olduğu
tepkilere benzer eğilimler
göstermesinin kaynağını oluşturur. İçine doğduğu dünyanın
genel imajı, doğduğu anda
insanın içinde de vardır.
“Jung
birbirini etkilemesi imkânsız olan kültürlerde dahi ortak semboller keşfetmiştir. Jung
aynı sembolleri hastalarının rüyalarında da gözlemlemekte idi. Dolayısıyla
arketipler düşüncesini dile getirdi. Jung’un
tanımını yaptığı arketipler arasında, doğum, yeniden dünyaya geliş, ölüm,
güçlülük, sihir, kahraman, çocuk, üçkâğıtçı,
akıllı ihtiyar, toprak ana, dev gibi imgeler, ağaçlar,
güneş, ay, rüzgâr, ırmak, ateş ve hayvanlar gibi doğal objeler,
yüzük ve silah gibi insan yapısı objeler sayılabilir. Her insan aynı temel
arketip imgelerine sahiptir.”
İnsan dış
dünyasında, bu içsel imajlarının karşılığı olan objelerle karşılaştıkça, bu imajlar da bilinçli gerçeğe dönüşürler.
Örneğin, bebek dünyaya geldiğinde, kolektif bilinçdışındaki
anne imajı sayesinde annesini algılar ve onunla ilişkiye geçer. Dolayısıyla, insanın algı ve eylemlerindeki
seçiciliği kolektif bilinçdışının içeriğiyle
açıklanabilir. Bazı şeyleri
kolay algılamamızın ve onlara karşı hazır
tepkiler verebilmemizin nedeni, kolektif bilinçdışımızda
varolan eğilimlerimizdir. Arketipler, bir
insanın geçmiş yaşantılarının
ürünü olan bellek imajları gibi canlı görüntüler değildir. Örneğin, anne
arketipi bir annenin fotoğrafı gibi
değildir. Bir benzetme yapmak gerekirse, banyo edilmesi
gereken negatif filmleri çağrıştırabilirler. Gerçek dünyada bir karşılığı bulunduğunda, bu belirsiz imajlar, canlı ya da cansız
varlıklarda, bizim için anlam taşıyan bir
biçimde somutlaşırlar. Arketipler evrenseldir. Bir
başka deyişle, her
insan aynı temel arketip imajlarına sahiptir. Bir bebek dünyanın hangi
yöresinde doğarsa doğsun, anne arketipini de birlikte dünyaya getirir. Ancak
kendi annesiyle etkileşime başladıktan sonra bireysel farklılıklar ortaya çıkar. Çünkü
çocukla ilişki, bir toplumun diğerine ya da bir aileden diğerine,
hatta aynı aile içinde bir çocuktan diğerine
farklılıklar gösterir.”
“Jung
psikoz vakaları ile çalışıyordu ve
bireysel bilinçdışı kavramının şizofreniyi açıklamaya yetmediğini gördüğü için
kolektif bilinçdışı kavramını ortaya koydu. Felsefe
din ve mitoloji bilgisi çerçevesi içinde, şizofrenilerin
sabuklamalarını karşılaştırmalı olarak inceledi. Aralarında birtakım
paralellikler buldu. Şizofreninin
kişisel bastırma ile ilk çocukluk çağları olayları ile açıklanamayacak bir nedene dayanması,
zihinde daha derin bir düzeyin (kolektif bilinçdışı) gerektiğini düşündürüyordu.
Jung’a göre bir insanın yılandan ya da karanlıktan korkması için yılanla karşılaşmış ya da karanlıkta kalmış olması
gerekmez. Yılandan ya da karanlıktan korkma eğilimleri,
atalarımızın kuşaklar boyu yaşantıları sonucu bize aktarılmış ve beyin dokumuza işlenmiştir. Jung’a göre içinde doğduğu dünyanın genel bir imgesi, doğduğu anda
insanın içinde zaten vardır. İnsan dış dünyasında içsel imgelerinin karşılığı olan
nesneleri tanıdıkça, bu imgeler bilinçli gerçeğe dönüşürler. Örneğin, çocuk
dünyaya geldiğinde kolektif bilinçdışındaki anne imgesi sayesinde annesini derhal algılar ve
onunla ilişkiye geçer. Dolayısıyla insanın algı
ve eğilimlerdeki seçiciliği kolektif bilinçdışının içeriğiyle açıklanabilir. Bazı şeyleri
kolaylıkla algılamamızın ve onlara karşı belirli
tepkilerde bulunmamızın nedeni, kolektif bilinçdışında var
olan eğilimlerimizidir. Jung’a göre kişiliğimizdeki en
etkili güç tüm insanlık tarihinin deneyimlerini kapsayan kolektif
bilinçaltımızdır. Jung bilinçdışı
kavramını bir ada benzetmesi ile açıklardı. Adanın görünen kısmı bilincimizdir.
Okyanus kolektif bilinçdışıdır. Ara
sıra görülüp ara sıra yok olan kumsal ise bireysel bilinçdışıdır. Jung’a göre kişisel
bilinçdışı baskılanmış çocuksu isteklerden oluşmaktadır.
Ancak Jung’a göre insanın düşüncesi ve
beyni yalnızca kişisel bilinçdışının etkisi altında değildir. İnsanın düşüncesine
ve beynine evrim etki etmiştir.
Kolektif bilinçdışı tüm insanlar için ortaktır.
Kolektif bilinçdışının içeriği arketipler terimiyle adlandırılır.”
“Jung’un
tanımladığı arketiplerden dördü diğerlerinden daha fazla ortaya çıkmıştır. Bu yüksek düzeyli duygusal anlamlarla dolu arketipler;
persona, anima, animus, gölge ve bendir.”
“Presona:
Maske anlamına gelir. Persona başkaları ile
ilişkiye geçtiğimizde giydiğimiz bir
maskedir ve bizi topluma görünmek istediğimiz şekilde sunar. İnsanın
kendisi olmayan bir kişiliği yaşamasıdır.
Bir insanın evde, okulda ve arkadaşlık
ortamında farklı maskeleri vardır.
Anima
ve Animus: Jung’a göre insan karşı cinse
ait niteliklere de sahiptir. Anima arketipi erkek psişesininn kadın yönü, animus arketipi ise kadın psişesinin erkek yönüdür. Bu arketipler insanın karşı cinsi anlayabilmesine yardımcı olmuştur. Jung’a göre her erkek kendinde doğuştan var
olan kadın imgesine (anima) uyan kişileri
evlenmek için tercih eder. Kadın ise kendi animusuna uyan erkeklere yönelir.
Gölge:
Gölge insanın temel içgüdülerini içerir. Kişiliğimizin hayvana benzeyen yanıdır. Hayatın daha alt şekillerinden bize kalan mirastır. Uygar olabilmemiz için
gölgemizdeki hayvansı eğilimleri
evcilleştirmemiz gerekir. Gölgenin olumlu
tarafı insani gelişim için
gerekli olan spontanlığın,
yaratıcılığın, içgörünün ve yoğun coşkuların
kaynağı olmasıdır. Ego ve gölge işbirliği yaptığında kişi kendini
yaşam dolu ve canlı hisseder. Gölgenin red edilmesi kişiliğin sönük
kalmasına neden olur.
Ben:
Ben arketipi, Jung’un kolektif bilinçdışı
üzerindeki çalışmalarının en önemli ürünüdür. Jung
ben’i kendini gerçekleştirmeye
yönelik bir dürtü olarak ele almıştır. Jung
ben’i sistemdeki en önemli arketip olarak ele almıştır. Bilinçaltının tüm yönlerini dengeleyen ben, kişiliğin tüm
yapısına birlik ve istikrar kazandırır. Ben her zaman tam bir bütünleşmeye çabalar.”
“Jung
tam bir birlik ve bütünlüğün çeşitli kültürlerde defalarca rastlanılan bir sembol olan
bütünleşme çemberi (mandala) ile temsil
edilebileceğini söylemiştir. Mandala, bireyin bilinçli veya bilinçdışı bütünselliğinin
simgesidir. Çember, haç ve Jung’un da pek çok kez resimlediği mandala figürleriyle sembolleşmiştir.
Mandala, meditasyonda, dikkati merkezde yoğunlaştırmak için kullanılan bir çizimdir.”
“Jung
insanın ruhsal kişiliğini, bütün
geçmişten soya çekimle gelen bu ortaklaşa bilinç dışı
izlenimlerin onardığını ileri
sürer. Freud'un cinsellik içgüdüsü ve Adler'in aşağılık kompleksine karşı çıkarak
insanın ruhsal karakterini yaşama
içgüdüsünün belirlediğini
savunur.” “Jung'a göre cinsellik duyguları da yükseltme isteği de yaşlara ve koşullara göre değişen, bütün insan yaşamını
belirleyecek güçte olmayan etkenlerdir. Buna karşı yaşama enerjisi her yaşta ve her
koşulda gücünü sürdürür. Jung tip kuramını da bu tip üzerine
kurar, yaşama enerjisinin içe ya da dışa dönük oluşuyla insan
tiplerini” entrovert” ve “ekstrovert” olmak üzere ikiye ayırır.” “Diğerinin sevmediğimiz
özellikleri, kendi kendimizi bulmaya yardım edebilir.” der Jung.
“Tipolojik
kuram, bilincin işlevleriyle birleşince, karakterler ortaya çıkmaktadır:
1) Dışadönük düşünce
karakteri: Bilim adamı ve iktisatçılar. Enerjisini öğrenmeye ve nesnel dünya hakkında bilgi toplamaya yönelten
bilim adamı bu tipe örnek verilebilir. Bu tip insan diğer insanlara soğuk ve
kendini beğenmiş bir
izlenim verebilir.
2)
İçe dönük düşünce
karakteri: Felsefeciler. Kendi benliğinin
gerçekliğini araştıran bir filozof bu tipe örnek oluşturabilir. Düşünceleri
ile baş başa kalmak
ister. İnsanlar onu pek ilgilendirmez.
Genellikle inatçı, bildiğini okumak
isteyen, hoşgörüsüz, gururlu, çevresindekileri
küçümseyici tutumları olan, iğneleyici
ve yaklaşılması güç bir insandır.
3)
Dışadönük duygusal karakter: Talk show'cular. Bu tipe
kadınlar arasında daha sık rastlanır. Duygular düşüncelere egemendir.
Kaprisli olma eğilimindedirler. Ortaya çıkabilecek
küçük bir değişiklik
duygularının değişmesine
neden olur. Duygusal tepkileri çok değişkendir. Sürekli kendilerinden söz eden, her şeyi abartan, her zaman pohpohlanmak, onaylanmak isteyen
ve gösterişi seven insanlardır. Sevgileri
kolayca nefrete dönüşebilir. İnsanlara kolay bağlanabilirler
ve kolayca bu bağı yok edebilirler. Modayı severler.
Düşünce işlevleri
gelişmemiştir.
4)
İçedönük duygusal karakter: Müzisyenler. Bu tipe de
kadınlar arasında sık rastlanır. Bu tip insanlar duygularını dış dünyadan saklayan, sessiz, ilgisiz, ilişki kurulması güç ve anlaşılması zor
insanlardır. Genellikle melankolik bir havaları olmalarına karşılık, aynı zamanda, kendine yeten ve iç huzuru olan kişiler izlenimi de verebilirler. Gerçekte derin ve yoğun duygularla dolu olduklarından, arada bir ortaya çıkan
duygusal patlamaları çevrelerindeki insanlarda şaşkınlık yaratır.
5)
Dışadönük duyumsamacı karakter: İnşaatçılar,
mühendisler. Daha çok erkeklerde rastlanır. Gerçekçi pratik ve aklına koyduğunu yapan kişilerdir.
Dış dünya gerçekleri ile ilgilenir ancak bunların ne anlama
geldiği üzerinde fazla düşünmezler. Zevk ve heyecan veren şeyleri severler ancak duyguları yüzeyseldir. Dış dünyadan gelen uyaranlara dönük yaşarlar.
6)
İçedönük duyumsamacı karakter: Kendini beğenmişler,
doktorlar. Kendi duyularına yönelik ve dış dünyadan
uzak yaşamaya çalışırlar. Kendi iç dünyalarını dış dünyadan daha ilginç bulurlar. Sakin edilgin, kontrollü
biri izlenimi veren böyle insanlar duygu ve düşüncelerinin
kısırlığından dolayı diğer insanların dikkatini pek çekmezler.
7)
Dışadönük sezgisel karakter: Halkla ilişkiler uzmanları, serüvenciler. Genellikle kadınlarda
rastlanır. Değişken bir
karaktere sahiptirler. Yeniliğe
bayılırlar ancak her türlü yenilikten de çabucak sıkılırlar. Davranışlarına sezgi yön verir. Düşünce işlevleri kısırdır. Aynı işte uzun
süre çalışamazlar.
8)
İçedönük sezgisel karakter: Mistikler, şairler. Bilmece gibi insanlardır. Kendine göre değeri anlaşılmamış bir dahidir. Etrafındaki insanlar tarafından çözülmesi
güç bir bilmece gibi algılanırlar. Bu tipe genellikle artistler arasında
rastlanır. İnsanlarla iletişim kuramazlar.”
“Jung,
Yoga çalışıp, hastaların astrolojik
horoskoplarını çıkartarak terapiden önce incelermiş. Simya ve diğer okült
bilimlerin yorumlarıyla ilgili eserler yazmıştır. Geliştirdiği
psikolojik kavramlar ile okült ilimler ve çağdaş ilimler arasında köprü kurmuştur.” “Jung psikolojisinde dört bilinç işlevi vardır: duygu, düşünce(akıl),
sezgi, duyum(duyu). Eğer bir
karakterde düşünce gelişmişse,
bastırılan duygular histeri olarak geri döner. Duygusal olarak gelişmişse,
bastırılan düşünce, fobi olarak geri döner.” “Mars
gezegenine ulaşmak, kendi kendine ulaşmaktan daha kolaydır.” diyor Jung.
“Jung’a
göre gölge, bilinçaltı bir komplekstir. Bilinç ve benliğin karşıtı,
tersidir. İstenilmeyen, kabul görmeyen tüm kişisel özelikler gölge kompleksine dâhil olmaktadır. Örneğin, kişi kendini
ince olarak tanımlıyorsa onun gölgesi kaba ve katıdır. Acımasız birinin gölgesi
çok ince ve şefkatlidir. Kendini çirkin olarak
tanımlayan kişinin gölgesi güzel olmaktadır.
Jung’a göre gölgenin içindekiler kötü olmak zorunda değildir. Gölge ne mutlak iyi ne de mutlak kötüdür. Varlığımızın az gelişmiş ve gelişmemiş yönleri bu tanımın kapsamı içindedir. Jung, gölge
dokunun varlığını bilinçaltından bilince kavuşturmanın önemini vurgulamaktadır.” “Gölge, egonun başkalarından saklamayı istediği, ruhu
ile ilgili utanç duyduğu,
görmezden gelmeyi yeğlediği, alt, uygarlaşmamış ve hayvani nitelikleridir. Egonun nefisle özdeşleşmesi onu şişirir ve
tehlikeli kılar.” “Yunus Emre insan ahlaki varlığının en
büyük düşmanı olarak nefsi kabul etmiştir. Nefsin ıslahını da Jung gibi sevgiye bağlamıştır.
Jung’a göre gölgeler tamamlanmayan bir bulmacanın eksik parçalarıdır.”
“Krishnamurti
şöyle diyor: "Dünyadan sorumluyum, çünkü ben
dünyayım." Jung da bunu benzer bir biçimde ifade etmiştir: "Dünyada bazı şeyler
yanlış gidiyorsa bu, bireyde bir şeyler yanlış gidiyor,
dolayısıyla bende de bir yanlışlık var
demektir. Bu yüzden, eğer duyarlı
biriysem önce kendimi düzeltmeliyim." Amerikan yerlisi Mohawk Kabilesi'nin
bilgeleri ise; "Unutmayın! Çocuklarınız sizin değildir, onları Yaratıcıdan ödünç aldınız" der.
Üstad
Jung’dan bazı güzel alıntılar...
“Sadece
evin yolunu bulabilmiş olanlar
bu yolu başkalarına gösterebilir. Kendi yolunu
kaybetmiş bir kişi kötü bir rehberdir. Bilgisi olmayanların iyi niyetli
oldukları sürece dünyaya iyilik edeceklerine inanan eşitlikçi iddiayı geçersiz kılan da bu gerçektir. Uzun
vadede yalnızca bilenler işe yarar,
iyilikler sunabilir, çünkü onlar yürüdükleri için yolu bilen kişilerdir.”
“Günümüzde,
bizi tehdit eden tehlikenin doğadan
gelmediğini, insan ve kitle ruhundan
kaynaklandığını apaçık görüyoruz. Tehlike insanın
ruhundan kopmuş olmasında.”
“Tanrı
Âdem ile Havva'yı, düşünmek
istemediklerini düşünmek
zorunda bırakacak biçimde yaratmıştır.”
“Yaşamım bilinç dışının
kendini gerçekleştirdiği
öykülerden biridir.”
“Bilinmeyen
bir şeyi hissetmek ve bir gize sahip
olmak önemlidir. Böyle bir şeyi yaşamamış bir
insan, önemli bir şeyi yaşamamış olur.”
“Hayvan
basamağının tüm evrelerini aştık; bedenimizde bunların izlerini hala taşırız; örneğin insan
cenininde hala solungaçlar bulunur. Atalarımızdan anı olan bir dizi organımız
vardır; örgenleme düzlemimiz solucanları andırır, biz de de sempatik sinir
sistemi bulunur. Böylece, beden ve sinir örgümüzün yapısında tarihsel soy kütüğümüzle karşılaşırız. Geçmişin
izlerini taşıyan ruhumuz için de bu böyledir.
Kuramsal olarak ruhumuzun yapısından hareketle tüm insanlık tarihini baştan sona yeniden kurabiliriz. Çünkü bir kez varolan her şey, içimizde hala varlığını
sürdürüyordur.”
"…
Rüyalarla ilgili bir teorim yok. Nasıl ortaya çıktıklarını bilmiyorum
rüyaların. Ayrıca, benim onları ele alma biçimimin bilimsel bir yöntem
sayılabileceğinden bile emin değilim. Belirsiz ve kişinin o
anki keyfine çok bağlı şeyler oldukları için, rüya yorumlarına karşı hepinizin taşıdığı önyargıları ben de paylaşıyorum.
Ama öte yandan, bir rüyayı gerçekten enine boyuna defalarca incelediğimizde, bunun büyük bir ihtimalle bizi bir yerlere
götürebileceğini de düşünüyorum. Tabii ki bunun bilimsel bir vargı ya da akılcı
bir sonuç olması gerekmiyor, fakat bilinçaltının amacının ne olduğunu, "bilinçaltının aklından neler geçtiğini" gösterecek bir ipucuna varabileceğimizi söylüyorum…"
"Bir
insanın elinden tanrılarını alırsanız, karşılığında ona yeni tanrılar vermek zorunda kalırsınız."
“Bilinçdışı bizi bizden daha iyi bilir.”
“Kuramları
iyi öğren, ancak yaşayan ruhun mucizesine dokunduğunda onları bir yana bırak.”
“Eğer bir bireyi anlamak istiyorsam, ortalama insan
hakkındaki tüm bilimsel bilgileri bir yana atıp, tüm teorileri gözardı ederek
tümüyle yeni ve önyargısız bir tavır benimsemek zorundayım.”
“Ruhun
başka hiçbir şeye
indirgenemeyecek kadar kendine özgü bir doğası
vardır.”
"Bilimsel
ruh incelemesinin (psikoloji), geleceğin bilimi
olduğuna inanıyorum. Psikoloji doğa bilimlerinin en genci ve henüz emekleme evresinde
bugün. Bizim için en önemli bilim dalı bu; gerçektende, insanoğlu için en büyük tehlikenin açlık, deprem, mikroplar,
kanser olmayıp, yalnızca insanın kendisi olduğu, göz
kamaştırıcı bir açıklıkla ortaya
çıkmaktadır. Nedeni ortada: Ruhsal yaraları saracak, etkili bir çare yok henüz,
oysa bu yaralar doğanın en
acımasız, en büyük yıkımlarından daha da yok edicidir! İnsanı olduğu gibi
halkları da korkutan en büyük tehlike psişik
tehlikedir. Beliren genel güçsüzlüğün
nedenleri, bilinçaltını hiç dikkate almaksızın tek bilinçle, ama yalnızca
bilinçle ilgilenilmiş
olmasıdır."
“Bilinçaltı
ürkütücü bir canavar değildir. Doğal bir organizmadır. Ancak bilinçli davranışımız işe yaramaz
duruma girdiğinde tehlikeli olabilir. Kendimizi
baskı altına aldıkça bilinçaltının tehlikelerine kendimizi maruz bırakmış oluruz.”
“Yaşamımızın büyük bir bölümünü bilinçdışında geçiririz.”
Her
insan kendi kendinin ödül ve cezasıdır. Jung’a göre bilmek için mutlaka öğrenmek, yaşamak ve
deneyimlemek gerekmektedir. Bilen ile bilmeyenin farkı insan olan ve insan
olamamış şeklinde
tüm kadim öğretilerde farklı ayrımlar ile
nitelendirilir. Jung, Hermetik, Gnostik, Yeni Eflatuncu kadim bilgeliğe önem vermiş, Kabala
ve simya ile ilgilenmiştir.
“Gnosis, hem itaat etmeyi hem de başkaldırmayı
gerektirir.” Tüm dini sistemleri ve mitolojileri incelemiştir. Yaşam mottosu
zıt kutupların birliğidir.
Denge, sağduyu, uyanıklık ve ölçülülük onu
tanımlamıştır. Kutuplarda gezmez, onda bilim
ve akıl, din ve inanç ile tamamlanır. “Tanrı uzaktaki bir cennetten çok, ruhta
olduğuna göre, onu inkâr etmeye kalkmak
ruhun sağlığını da
ciddi anlamda bozacaktır.” Kabara kabara burun havada dile getirilen “Ben
böyleyim” dengesiz söyleminin yanında ona göre; yaşam, yaşanan bir
içsel içgörü, kişisel değişim ve dönüşümdür. Katı olan (madde) her şey değişime tabidir. Jung’a göre kurtuluş bireyleşmedir.
“O,
saygınlık ve ahlak doğruluğunun güvenli ve sıradan yolu yerine, o, çok tehlikeli
olan ama dönüşümün yegâne gerçek kaynağı, yaşamın
canlılık ve güç deposuna götüren eninde sonunda karşılığını
verecek ana yolda yürür.” Jung, insanoğlunu
özgürleştiren, tüm bağlantı zincirlerini kıran kalbin bilgisini, ruhun dilini
yüzeye çıkarmayı hedeflemiştir.
Farklılaşma yaratılışın gereğidir. Gaye
sadece farklılaşmak değil, gerçek
doğamız için uğraş vermektir, faal olmaktır, bu zaten farklılaşmayı gerektirir. Birey olabilen insan, büyüyen bir hayat
ağacıdır. Geri dönüş yolculuğu da bireyin kendine özgü olmalıdır. “Ölülere yedi vaaz”
isimli eski Gnostik metinde şöyle
geçer: “İnsanlar(yığınlar) zayıftır ve kendi çeşitliliklerini,
farklılıklarını taşıyamazlar.”(sürüden
ayrılanlar hariç)
Var
olmanın aşkın tamlığı ya da hiçliği
(Pleroma) ile insanın birleşme ve
yeniden bütünleşme arzusunu dile getirmiştir. Bütünleşmiş ama birey olarak da kalabilmiş dengedeki bilinci yaşamaktır
amaç. Egoyu öldürmeyi, kendini yok etmeyi değil,
kendine hâkim olmayı, kendini her yönü ile tanımayı önemsemiştir. “Yapacaksın..., yapmayacaksın...” ahlaksal hegamonik
sarmalından çıkıp özgürce kendi farklı yolunda yürümeyi önermiştir. Bu, ceza, tehdit, ahlakçı korkutma vesveselerinin dışında ama erdemli ve özgür bir yoldur. Jung, sadece iyilik
ve ahlaksal tamlığın var olmanın bütünlüğünün yerini alamadığını fark
etmiştir. “İyi ve kötü
olarak yapay ikiye bölünme kişide
tamamlanmamışlık hissi uyandıracaktır. İyi ve güzel için çabalarken kötü ve çirkine de ulaşırız.” İki kutbun
arasında üçüncü bir kutup bulunduğunu
belirtir. Jung’a göre, kötülüğü de
bilmek (yapmak değil) zorundayız.(gerektiğinde ona hâkim olabilmek için) Kendini her yönü ile
tanıma ancak bu şekilde gerçekleşebilecektir. Bütünleşmiş ancak birey olmanın farkındalığını da aynı zamanda hissedebilmiş şekilde
kalabilmiş bilinci yaşamaktır amaç. “Ölülere yedi vaaz”da şöyle geçer: “Kendimizi karşıt
çiftlerden nasıl birer ayrı varlık haline getireceğimizi bilirsek kurtuluşa ulaştık demektir. İnsan
Tanrıların özünü paylaşandır,
tanrılardan gelir, tanrılara gider.”
Bireysel
ve çevresel katılaşmış dogma ve taassupların yıkımını özendirir. O, önce
bireyin koşullanmış zihninin değişimi sonucu dünyanın da değişeceği tutumunu
ve insanın bütünlüğe yeniden
ulaşmak için çabaladığı evrensel mücadelesini hatırlatmıştır. Bu yol, gerçek doğamız için
verilen uğraştır. “İtici kuvvet bireyselleşme
ilkesidir. Tek yanlılık ise deliliği
getirir.” Yaratılmış dünya ve
üzerindekiler değişime
tabidir. “İnsanoğlu gerçek
çözümlere ulaşmak için, kavramlarını değil, kendini değiştirmek zorundadır. Böylesine önemli bir değişim
kökleri, teorik bilgide değil,
kendini tanımada, düşüncesini
kontrol etmek yeteneğinde
yatar.”(logos ilkesi: dile getirilmiş düşüncenin cisimleşmesi) İnsanın içindeki tanrısal özü uyandırmak istemiştir. Aydınlanma yolculuğu için
yola koyulanlara “Dışarıya değil, içinden...” der. Bireysel çabaya önem vermiştir. Jung’a göre “her insan sık bir ormanda yolunu
zahmetle açarak ilerleyen bir kâşiftir.”
Bir biliciyi kör takibi değil,
içindeki biliciyi uyandırabilmeyi ve bir bilici olabilmenin gerekliliğini belirtmiştir.
“Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan
kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına
ulaştıramadığı ya da başkalarının
olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman
kendisini yalnız hisseder... Çocukken kendimi yalnız hissederdim; hala da öyle
hissediyorum çünkü bazı şeyleri
biliyorum ve bunları hiç bilmedikleri ya da bilmek istemedikleri anlaşılan i
insan ruhuna korkusuz dalabilen nadir kişilerden biri
YanıtlaSil