Hayatın anlamı ile ilgili görebildiğim tek bir makul açıklama bulunuyor.Varoluşçu felsefe çevresinde dönen ,hayatınvaroluşun niteliğinde anlam kazandığı, kendi başına ise bir anlamı olmadığına ilişkin açıklamadır bu.Burada anlam sözcüğü, kişinin varoluşunun kendisine ve çevresine ifade ettiği şey anlamında kullanılıyor.Eğer anlamsızlık bir boşluk,bir hiçlik ise ,varoluş bir anlam oluyor.Nasıl bir anlam olduğu da varoluşun niteliğine bağlı oluyor.
Böyle bir anlamın kağıt üstünde hiçbir değeri olmayabilir.Bu ifadeler hayatın gerçekten anlamlı olduğunu ispat edemez kuşkusuz. Bahsi edilen şey matematik ve mantık ölçülerine uyan bir gerçeklik değildir.Zira klasik mantık ve matematikte referans noktalarına ihtiyaç duyulur.Bu noktalardan hareketle başka bazı noktalara varılır. Oysa tek ve kendine özgü bir varlık üzerinde hangi referansa göre fikir yürütülecektir.Varlığın sorumluluğunu üstlenecek ,varlığı kendi varlık sebebiyle izah edebilecek görünür evrende ne vardır? Tanrısal bir varlık bu nedene soyunduğunda ,onun varlığını izah eden ne olacaktır?İşte referans noktası olmadığında ,nedensellik zinciri bir yerde koptuğunda ,başvurulacak tek anlam göreli bir anlam olabilir.”Benim varoluşum” “diğer insanlara” ve o insanlardan oluşan “topluma” göre bir anlam ifade edebilir.Ve anlatmaya çalışacağım gibi insan için asıl önemli olanda bu anlamın idrakıyla yaşanabilmesindedir.
Neden ve nasıl arasındaki fark…
Anlam aramak, ilk kez nerede ve nasıl başladığı belli olmayan ve süregiden hayatın, olayların nedenini bulmaya çalışmak insan beynine özgü başlıca bilişsel fonksiyonlarından birisi olsa gerek.
Anlam aramak belki de kategorisindeki olayları kendi başına açıklayabilecek ilk etkeni aramak demektir.O etkene ulaşıldığında, artık olayları açıklamak için varılan noktadan ötesine gitme ihtiyacı duyulmayacaktır. Sıklıkla birbirlerinin yerine kullanılsalar ve kullanılan dilde yakın kavramlara çoğu zaman işaret etseler dahi , neden arama ile anlam arama aslında tam olarak aynı şey değildir.Mesela, yağmurun nedeni, bir takım atmosferik güçlerin bazı şartlar altında, pek iyi bildiğimiz fizik yasalarına uygun davranış biçimleriyle açıklanabilir.Ama bu,söz konusu güçlerin ve doğa yasalarının , ne hikmetle var olduklarını , o anda neden orada olduklarını açıklamaz.
.Evet yağmuru oluşturan başlıca etkenler hava sıcaklığı,hava basıncı ve yağmur bulutlarıdır.Ama neden bu fiziksel varlıkların var olduğu ve bir araya gelip yağmura yol açtığı bilinmemektedir. Yağmur yağmasının mutlak anlamı nedir? Bu soruya verilebilecek tatmin edici bir cevap göremiyoruz. Yağmurun ekolojik dengede oynadığı rol ile, gerek yaşamın oluşumu gerekse sürekliliği temelinde hayati öneme sahip bir unsur olduğu cevabı,yaşamın neden devam etmesi gerektiği sorusu ile bir adım öteye taşındığında artık tatmin edici bir cevap olarak görülmemekte. Bu manzara karşısında esasen insanoğlunun anlam sorununu yaşarken ve tartışırken,anlamla ilişkilendirdiği başlıca kavramın istenç olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Varoluş ve İstenç…
Bu noktada soruları yanıtlamayı mümkün kılacak fikir imdada yetişiyor. ”İstenç” (irade) düşüncesi,keyfiyet bildirmesi sayesinde, ilk nedeni tatmin edici biçimde ortaya koyabilir.Günlük hayatta bu şekilde keyfiyet bildirimine çoğu kez başvururuz. Olaylar öyle gelişmiştir zira öyle olmasını istemiş ve olmalarını sağlamışızdır. Nedenler, nedenlere kaynaklık eden (öyle olmalarını isteyen) istençlerin ürünüdür.Ve yer yüzündeki varolan insanlar arası tüm çatışma da istençlerin çatışmasıdır.Varoluşçu düşüncede karşılığını bulan bu kavrayışta, özgür istenç varlığın “maddi dünya içindeki tüm devinimleri ile birlikte” anlamını oluştururken,başka bir istencin gölgesinde kalış hali ise ya gerçekten var olamamak ya da varlığına anlam katamamakla eşdeğerdir.
Edimlerimiz varlığımız,istencimiz hayatımızın anlamıdır
İstencimizi oluşturan şey nedir peki? İnsanoğlunun “istencini”tarih boyunca gerek köken gerekse değer itibarıyla “ruhsal varlığından” ayırt etmediğini söyleyebiliriz. İstenç bireyi diğer bireylerden ayıran , doğrudan sadece onun ihtiyaçlarına yönelik, onun dünya görüşünü yansıtan ve varlığını diğer varlıklardan farklı kılan yüce bir melekedir.”Ben” istencimin yaptıklarıyla dünyada tanınır ve “ben” olurum.O halde beni ben yapan şey,yani istenç, tüm edimlerimizin gerçek yaratıcısı ve anlamıdır. Edimlerimizin en temel ve en temel anlamı bizim varoluşumuzun yansıması oluşlarıdır. Dışarıdan bakıldığını düşündüğümüzde, ortaya konulan edimler öncelikle bizim varlığımızın ilhamını verecektir.
Edimlerimizin niteliği,altında yatan düşünce yapısının niteliğiyle(potansiyel edimler) birlikte varlığımızın niteliğini yansıtır. Yani edimlerimiz, varlığımızı gösteren bir ayna görevi görür.Onlara bakmadan varlığımızın neye benzediğini bilemeyiz. O halde kendisine bir değer atfedilen edimlerimizin anlamı onları bu halleriyle varoluışlarının sebebi olan varlığımızdır.
Mutlak anlam bulunamaz,ama göreli anlam duygusu kazanılabilir…
Hayatın “anlamı”, dünyada bir şeyleri ararken kullandığımız matematiksel yöntem ve araçlarla ve matematik,kesin bir gerçeklik anlamında, bulunamaz ancak “anlam duygusu” yaşam esnasında esrarengiz bir şekilde kazanılabilmektedir.
Evet,biz aradığımız şeylere yanıtı matematik işlemlere başvurarak bulmaya alışmışızdır. Ancak matematik ve matematik düşünce , dışımızdaki dünyanın “nasıllarını” bulmakta çok işimize yarasa da “neden”lerini bulmakta hiç işimize yaramaz. Hayatın ise böylesi bir yöntemle bulunabilecek türden bir anlamı yoktur. O halde elimizde bulunan matematiksel yöntemleri bir anahtar olarak kabul ederek hayatın anlam kilidini açmaya çalışmak boşunadır.
Anlam sorunu üzerinde bu denli duruşumuzun sebebinin sadece merak duygusu olduğu söylenebilir mi?Sanırım içimizde anlamsızlık duygusunu ona eşlik eden “hiçlik-boşunalık ve köksüzlük “duygularının tatsızlığı ile birlikte hissettiğimiz için böyle bir düşünce yanlış olacaktır.
Hayatın anlamı üzerinde konuşularak, seminerler, konferanslar verip, forumlar düzenlenerek aranılan anlama kavuşulması asla mümkün değildir.Çünkü sözcüklerin biraraya gelerek kurabilecekleri, anlam sorununa çözüm getiren mantıklı ve kesin hiçbir ifade yoktur.
Anlam ile kastedilen bir ruh hali ya da duygu durumumudur?
Anlam ne kadar bir tanım itibarıyla aranıyor olsa da aslında bulabileceğimiz yegane şey belirli bir duygu durumudur. Bu duygu durumu kesinlikle, kendinden , yaptıklarından ve bu dünyada karşı karşıya geldiği olay ve insanlardan hoşnut olmaduygusudur.Dünyada bulunmanın hoş,istenilir bir şey olduğu duygusudur. Bu duygu mantıklı herhangi bir ifadenin tartışılması ya da bellenmesi ile değil ancak yaşanılması ile kavranabilir.Bu duyguyu duyan bir insanın artık herhangi bir tanımlamaya ihtiyacı olmasa gerek.
Peki nedir,bu “anlam veya hoşnutluk-istenilirlik” duygusunu var eden? Bu duyguyu var eden şeyler arasında fiziksel ve psikolojik ihtiyaçların karşılanması,arzuların hedefini bulması sayılabilir. Ancak ben önceliği bu dünyayı diğer insanlarla birlikte paylaştığımızı bilmek ve yalnızlık, ayrılmışlık hislerinden kurtulabilmek olduğunu düşünüyorum. İstencimin kabul görmesi,onaylanması kendimi var ettiğim halimle onaylanmam beni insan toplumunun bir parçası yapar.İnsan toplumunun ayrılmaz bir parçası olduğunu hissetmek ,onun tarafından eşit ve özgür bir üye olarak kabul edilmek,istencimin istenir olması “anlamsızlık hastalığının” en temelli tedavisini oluşturuyor kanaatimce…